Page 21 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 21

tarih çevresi

mış bulunmaktadır. Konuyu tartışabilmek için öncelikle kıyas yönteminin ne olduğu, bu yöntemin yerine kul-
lanılabilecek başka hangi yöntemlerin olduğu üzerinde durmak istiyoruz.

         Öncelikle şunu belirtelim. Fıkhi hükümlerin çıkarılması ve geliştirilmesinde temel kaynaklar Kur’an
ve sünnettir (nass). Çıkarılacak hükümler üç ana başlık altında toplanabilir: 1) İmani, itikadi hususlar, 2) İba-
detlere ilişkin hususlar, 3) Ahlak ve toplumsal ilişkilere (muamelat) ait hususlar. İlk iki alanda şartların değiş-
mesine bağlı olarak hükümlerin değişmesi söz konusu değildir. Ancak üçüncü alan, yani muamelat alanı
hükümlerin çıkarılmasında şartların değişmesini ve bu değişikliklerin doğru biçimde analiz edilerek değerlen-
dirilmesini dikkate almayı gerektirir. Bizim üzerinde durduğumuz “günümüz şartlarında hangi işlemlerin riba
sayılması gerektiği” hususunun bu üçüncü alanla ilgili olduğunu belirterek konuyu tartışmaya girişmenin gerekli
olduğunu belirtmeden geçmek uygun olmaz.

       “Hayatın sünnetullah çerçevesinde sürekli bir akış ve değişim içinde olduğunu ve geriye akışın olmaya-
cağını söylüyorsak o zaman ulemanın elini taşın altına koyması, modern dönemde müslümanların fıkhının nasıl
hayatiyet kazanacağına kafa yorması, dinin hayatın her alanına uzanan bir rahmet olmasının önündeki engelleri
kaldırması gerekmez mi?” (Bardakoğlu, 2017: 261).

       Gerekçeleri bildirilmemiş olan “nass”ların koymuş olduğu hükümlerin mana ve gayeleri de; İslam’ın
ruhu, genel prensipleri ve gözettiği maslahatların ışığında akılla idrak ve tespit edilebilir. Rey ile içtihad, Hz.
Peygamber, sahabe ve tabiin devrinde gelişip daha sonraları sistematik hale gelerek kıyas, istihsan, istıslah vb.
adlarla birer hukuki istidlal vasıtası haline gelmişlerdir (Şener, 1974: 73-75).

       Kıyas, her ikisinde de hükme esas teşkil eden illet aynı olduğu için, hakkında nass bulunmayan bir olayın
hükmünü, hakkında nass bulunan bir olayın hükmüne eşit kılmaktır (A. Hallaf’tan nakleden Şener, 1974: 68).

       “İstihsan’da ise kıyas gibi benzerlik esasına göre değil kamu yararı ve adalet esasına göre, şahsi takdire
dayanarak hüküm verilir. Kıyas, nasslara bağlı bir içtihaddır. İstihsan ise hukukçuya daha serbest takdir yetkisi
verme bakımından önemli olup, en çok teamül, sosyal şartlar ve icaplar dikkate alınarak yapılan bir içtihaddır”
(Şener, 1974: 120). “Fıkıh içinde kültürün, örfi/beşeri fıkhın payının yüksek olması, fıkhın aleyhine değil lehine
bir durumdur. Fıkhın “İslama uygunluk” değil, “İslamın esaslarına aykırı olmama” şartıyla kendi zemininde
geliştiğini de gözden uzak tutmamalıyız” (Bardakoğlu, 2017: 266). Serahsi çeşitli istihsan tarifleri verdikten
sonra şöyle der: Bunlardan çıkan sonuca göre istishan kolaylık sağlamak için güçlüğü terk etmektir. Yüce tanrı
da: “Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez.” (2/185) buyurmuştur (Şener, 1974: 121).

       “İstihsan, hakkında nass bulunmayan yeni meseleler yanında, bir mesele hakkında nas olsa bile, zamanın
ve şartların değişmesi nedeniyle artık o nasın lafzi anlamıyla ya da o nassa (asl) yapılan kıyasla ulaşılan hükmün
uygulanması sorun çözmüyor, hayata güzellik katmıyorsa, onun yerine aklın daha güzel, yani insan hayatı için
iyi ve faydalı bulduğu, dinin genel yarar (maslaha) amaçlarıyla uyuşan başka bir çözüm üretme yöntemidir”
(Çağrıcı, 2024)

       Necmeddin Tûfî (Ö. H. 716), imam Malik’i tenkit ederek; muamelat vb. konularda maslahatları esas
almak gerekir “Zarar verme ve zararla karşılıkta bulunma yoktur” hadisine dayanarak maslahatın bütün şer’i
delillerden kuvvetli olduğunu söyler. Eğer nass ve icma, maslahatla bağdaşmazsa maslahata riayeti öne almak
gerekir. Gerçekten, Hz. Ömer tarafından verilen bazı hükümleri incelediğimizde Tûfî’ye hak vermemek müm-
kün değildir (Şener, 1974: 151-152).

       “(Mezheb imamları) nass bulunmayan yerlerde gerektiğinde meşru maslahatlara göre hüküm verdikleri
gibi, zaman zaman da lafza değil, ruh ve manaya veya kitap ve sünnetin umumi kaidelerine dayanarak bazı
nass’ların elfazını aşmışlardır” (Karaman, 1985: 151).

                                                               19
   16   17   18   19   20   21   22   23   24   25   26