Page 25 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 25

tarih çevresi

       (i) Osmanlı döneminde yaklaşık 500 yıllık para vakıfları uygulaması. Para vakıflarında ihtiyaç sahiplerine
yıllık %10-15 civarında bir fazlalık (ribh) karşılığında nakit kredi kullandırılıyordu. Ancak bu işlem doğrudan
nakit verildiğini kamufle etmeye dönük “iyne satışı” biçiminde yapılıyordu. Bu işlemin açık bir hile-i şer’iyye
olduğunu ve nasıl göstermelik, dürüstlükle bağdaşmayan bir çözümle yetinilmiş olduğunun bizleri ciddi biçimde
düşündürmesi gerektiğini vurgulamakta yarar görüyoruz.

         (ii) Çalışmamızın önceki kısımlarında Türkiye’deki riba’dan kaçınma hususundaki “çok ortaklı şir-
ketler” denemesinin de başarılı olmadığını, hatta etkin bir işletmecilikle bağdaşmayan olumsuzluklar ürettiğini
belirtmiştik.

         (iii) Daha sonra devletin aynı amaçla kurduğu DESİYAB örneğinin de faizsiz bir uygulama gerçek-
leştiremediğini ifade ettik.

         (iv) Riba’dan kaçınmaya dönük ulaşılan son uygulama ise Katılım Bankaları oldu. Bu bankaların fon
kullandırmada ağırlıklı olarak kullandığı yöntem ise “murabaha”dır. Murabaha yönteminde de getirinin sabit
olduğunu burada tekrar ifade etmekte yarar görüyoruz.

         Bu hususlarda düşünüp tartışmak isteyenler için daha önce yayınlanan iki makalemizi referans olarak
göstermek istiyoruz.

         (1) Çonkar, M. K. & Gökgöz, H. (2021). Katılım Bankaları Kar Payını Etkileyen Faktörler: Mevduat
Faiz Oranları ve Kar Payı Oranlarının Yakınlığıyla İlgili Bir Değerlendirme, İşletme Araştırmaları Dergisi, 13
(1), 235-251.

         (2) Çonkar, M. K. (2017). Para Vakıflarından Katılım Bankalarına Türkiye’de Riba’dan Kaçınma Ça-
baları Üzerine Bir Değerlendirme. TÜRKİZ Dergisi, 44, 109-137.

       9.3.3 Hüküm Üretme Yönteminde Açılım Yapamamanın Sonuçları

         Sürece bugünden baktığımızda şunları görüyoruz. Yüzyıllar boyunca İslam toplumlarında değişimin
yok denecek kadar az olduğu toplumsal şartlarda “nass”lar lafza ağırlık verilerek yorumlandı. Sıkılaşan husus-
larda açıklar gerçekçi çözümler yerine hile-i şer’iyye’ler ile kapatılmaya çalışıldı. Bu tür çözümler güçlü siyasi
yapıların gölgesinde içe sindirildi.

       Dini bir söylemin (vahiy) düzeylerini; kozmolojik (tanrı, ahiret vb.), ahlaki ve toplumsal olmak üzere üç
ana gövdeye ayırabiliriz. Bunların birbirine geçişgenliği olmakla birlikte bu düzeylerin ilk ikisi “ed-din” olarak
tarih boyunca bütün vahiy geleneğinde değişmeksizin tekrar etmiştir. Üçüncü düzey ise daima değişmiştir.
Hatta İslam’ın bu üçüncü yönü, vahyediliş sürecinde Mekke’den Medine’ye geçinceye kadar bile muktezaya,
maslahata uygun olarak değişmelerin olduğu (nasih-mensuh), gelişen, dinamik bir toplum önerisi idi. Bir ta-
raftan mevcut yapı ve ilişkileri eleştirirken, diğer taraftan yenilerini öneriyordu. Hz. Ömer’in bu düzeylerin
özgünlüğünü sezen adımlarını bir tarafa bırakırsak geleneksel İslam fıkhının bu ayrımı yapamadığını görüyoruz
(Güler, 2019: 36).

       Müslümanlar her çağ ve dönemde kendi sorunlarıyla baş edecek, dinin asıllarıyla yaşadıkları hayat ara-
sında irtibatı diri tutacak müçtehitlerini yetiştirmekle yükümlüdürler. Bütün yükü geçmiş müçtehitlerin üzerine
yığmakla, onların ürettikleriyle yetinmekle ve güncel konularda bile onları öne sürmekle hem kendimize hem
de fıkha ve eslafa haksızlık etmiş oluyoruz (Bardakoğlu, 2017: 242).

         Faizin nass’lar ile yasaklanmış olduğu benimsendiği için, metnin zahirinden hareketle gerçeklik zor-
lanmakta, faizin konusu olan paranın ve finansal sermayenin niteliği ve toplumsal işlevlerindeki değişim yok

                                                               23
   20   21   22   23   24   25   26   27   28   29   30