Page 13 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 13
tarih çevresi
Fıkıh ise Kur’an ve sünnete dayanarak olgu ve ilişkilerin doğru ve yanlışlığına, helal ve haramlığına,
nasıl olmaları gerektiğine ilişkin hükümler oluşturmaya çalışır. Yani, iktisadi alanla ilgili olarak konuşursak,
iktisat politikası (normatif iktisat) alanıyla önemli ölçüde örtüşür. İktisadi olgu ve ilişkilerin helal ve haramlığına,
doğru ve yanlışlığına, Kur’an ve sünnete dayanarak karar verirken pozitif iktisat biliminin o zaman ve koşullarda
ulaştığı genellemelerden yararlanır. Bunları, aklı da kullanarak değerlendirir. Yanlışlıkları düzeltmeye, iyileş-
tirmeye dönük doğru tedbirleri bu şekilde üretir. Özetle iktisat ile fıkıh birbirini nakzeden iki alternatif değil,
tam aksine birbirinin tamamlayıcısı iki çalışma alanıdır.
(7) “Ribacılık karzı-ı hasen’i engeller.” İfadesi, tasarrufunu bankaya yatırmak olgusunu doğru biçimde
algılamamak olarak değerlendirilebilir. Bankaya mevduat yatırmanın amacı borç vermek değil, tasarrufun bir
uzman kuruluşça değerlendirilmesi için, uzman kuruluş olan bankaya emanet edilmesidir. Başka bir ifadeyle
ticaret ve yatırımla ilgli yeterli bilgi ve imkana sahip olmayan küçük tasarrufçular; bunları kendilerine vekaleten
uygun biçimde değerlendirilmesini sağlamak üzere yatırıma sevk etmeyi amaçlamaktadırlar. Karz-ı hasen (güzel
borç) ise sevap amaçlı bir hayır faaliyetidir. Genellikle tanıdıklara yönelik ve küçük meblağlı bir destek işle-
midir. Yani bankacılık karz-ı hasen’in rakibi değildir.
7. GELENEKSEL FIKIH ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE’DE RİBA’DAN KAÇINMA UYGULA-
MALARI
Türkiye’de bu çabaları 4 başlık altında incelemenin uygun olacağını düşünüyoruz. Bunları şöyle sırala-
yabiliriz (Çonkar, 2017):
(1) Para Vakıfları
(2) Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası (DESİYAB)
(3) Çok Ortaklı Şirketler
(4) Katılım Bankaları (Özel Finans Kurumları)
Bu adımlara ilişkin ayrıntılı bilgiye gösterdiğimiz kaynaktan ulaşabilirsiniz. Burada kısa bir özetleme
yapmaya çalışacağız.
7.1. Para Vakıfları
Para vakıfları, belirli bir menkul malın vakfedilmesiyle oluşan vakıf türü olarak tanımlanabilir (Çizakça,
1993: 67). Bu vakıfların işletilmesindeki temel prensip; vakfedilen paranın mudaraba, bidaa veya muamele-i
şer’iyye yöntemlerinden biriyle işletilip, gelirin Vakıf amaçları yönünde kullanılmasıdır (Alper ve Erdoğan,
2009). Bu Vakıflar II. Murat döneminden başlayıp, Osmanlı’nın sonuna kadar var olmuşlardır (Özcan, 2003:
11-12).
Para vakıfları, paranın işletilişinde esas itibariyle “muamele-i şer’iyye” yöntemini ağırlıklı olarak kul-
lanmışlardır. Bu yöntemin fıkhi dayanağı ise “bey’ul iyne” denilen işlemdir. Bey’ul iyne, bir malı vadeli olarak
satıp müşteriye teslim ettikten sonra müşteriden o malı daha düşük bir bedelle geri almak uygulamasıdır (Ba-
yındır, 2007: 226). Tam bir hile-i şer’iyye örneği olarak nitelenebilecek bu uygulamayı, Osmanlı’nın meşhur
alimlerinin çoğu meşru olarak kabul etmişlerdir. Söz konusu uygulamanın banka kredilerindeki faizden bir
farkı olmadığını bir finansçı olarak rahatlıkla ifade edebiliriz.
Bu uygulamadan şu sonuca ulaşabiliriz: Günümüzde olduğu gibi, Osmanlı döneminde de karz-ı hasen
biçiminde veya mudarabe (emek-sermaye ortaklığı) yoluyla kullandırılabilecek fonlar; işyerlerinin özellikle
11

