Page 12 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 12
tarih çevresi
Söz konusu iddiaya bankaların verdiği krediye uyguladıkları faiz açısından baktığımızda da özetle şunları
söyleyebiliriz: Osmanlı tecrübesini gözden geçirdiğimizde, yerli bankaların hayata geçirilemediği ülkede çift-
çilerin tefeciler ve selemciler tarafından ciddi biçimde sömürüye uğratıldığını, Avrupalı çiftçilerle karşılaştırıl-
dığında dört baş katı faizlere muhatap oldukları görülmektedir (Kazgan, 1997: 25; Çonkar, 2023: 457). Zaten
para vakıfları ile ilgili olarak 16. yy’da yapılan tartışmalarda bu uygulamanın insanları tefecilerin sömürüsüne
karşı koruyucu etkisine ciddi bir biçimde vurgu yapıldığını görmekteyiz. Hatta bu vakıfların para kullandırırken
uyguladıkları belirli orandaki “ribh”in haram olacağını söyleyenlerin dinden çıkacaklarına fetva verilmiş bu-
lunmaktadır (Çonkar, 2017).
Ancak para vakıfları, yapıları gereği genellikle küçük işletmelerin veya tüketicilerin ihtiyaçlarına cevap
vermeye çalışmışlar, işletmelerin büyütülmesini sağlayacak çapta destek sunamamışlardır. Cumhuriyet döne-
minde ise durum daha da ilginçtir. Para vakıflarının varlıkları Şer’iyye ve Evkaf vekaletine devredildiği için
faaliyetleri sonlanmıştır. Bankacılıktaki faiz ise fıkıh alimlerinin çoğunluğu tarafından haram olarak kabul edil-
diği için, dini duyarlılığı yüksek olan halkımız banka kredilerinden yararlanmaktan uzak durmuştur. Sonuç ola-
rak bankalardan yeterince yararlanılamadığı için hem yeni işletmelerin kurulması hem de işletmelerin
büyütülmesi ciddi biçimde aksamıştır. Dolayısıyla realiteye önyargısız olarak bakıldığında; bankalardan yarar-
lanmak değil, tam aksine yararlanmamak çalışma ve üretimin gelişmesini aksatmıştır demek daha doğru ol-
maktadır.
(4) Bin yıl önceki iktisadi hayat, işlemler ve araçlar çerçevesinde konuya yaklaşıldığında geleneksel yo-
rumu benimsemek anlaşılabilir bir durum olabilir. Ancak Avrupa ve Amerika’nın önemli ölçüde sanayileştiği
ve İslam Aleminin onlara nasıl yetişebiliriz diye dertlendiği bir yüzyılda, ekonomik hayatımızın en önemli han-
dikapı diyebileceğimiz sermaye birikimini niçin gerçekleştiremiyor olduğumuz ve dolayısıyla sanayileşme ve
kalkınmaya yeterli ve doğru biçimde niçin sermaye sağlayamadığımız hususunda en önemli alimlerimizin olay-
lara niçin gerçekçi biçimde yaklaşamadığını anlamak oldukça zordur.
(5) Daha eskiyi ve başka İslam ülkelerini bir tarafa bırakalım. 6 Yüzyıllık Osmanlı Dönemindeki Para
Vakıfları uygulamasının, sorunlarımıza palyatif çözümlerle yaklaşmanın güzel bir örneği olduğunu söyleyebi-
liriz. Para vakıfları sadece küçük çaplı borç verme uygulaması yapmış, ama küçük tasarrufların değerlendiril-
mesine yönelik bir mekanizma olmamıştır. Üstelik fon kullandırma uygulaması, birçok alime göre “bey’ul
iyne” olarak isimlendirilen tam anlamıyla bir hile-i şer’iyye yöntemidir. Hem küçük tasarrufların toplanarak
büyük kaynak havuzu oluşturmak, hem de etkin yatırımlara yeterli büyüklükte kaynak aktarmak bakımından
yetersiz olan bu kurumu da geliştirmeyi başaramamışız. Bunun da temel sebebinin riba konusuna tecrübelerin
ışığında gerçekçi yorumlarla yaklaşma hususunda hala sürmekte olan yersiz cesaretsizliğimiz olduğunu söyle-
mek durumundayız.
(6) Sosyal ve iktisadi ilişkilerle ilgili birçok konuya olduğu gibi, bu konuya yaklaşımda da bilimin des-
teğine başvurmamanın önemli bir handikap oluşturduğunu söyleyebiliriz. Öncelikle iktisadın bir bilim olduğunu
ciddiye almamanın, fıkıh’ın iktisat bilimi yerine konulmasının, olaylar ve olguları değerlendirmede farklılıklara
yol açacağının farkında olmamız gerekir. İktisat bilimi insanların, insanların oluşturduğu kurumların iktisadi
konulardaki davranışlarını, birbirleriyle ilişkilerini objektif (tarafsız) biçimde inceler. Olguların ve olayların
nedenlerini belirlemeyi hedefler. Gözlem, deney ve tecrübeleri, aklı kullanarak değerlendirme yoluyla kural-
laştırmaya çalışır. Değişmez ve kesin doğrulara değil, koşullar ve ortam değiştikçe değişen genellemelere ulaşma
çabasındadır. Yani “pozitif bilim” olarak iktisat bilimi “ne olması gerektiği” ile değil “ne olduğu”, “nasıl olduğu”
ile ilgilenir. İktisat biliminin “normatif” yönü “iktisat politikası”dır. İktisat politikası ise pozitif iktisat biliminin
bulgu ve verilerinden yararlanarak; insanlar, toplumlar ve ülkenin belirlenen iktisadi hedeflere (doğru olduğu
düşünülen) en hızlı ve etkin biçimde ulaşılabilmesi için ne gibi araç ve yöntemlerin nasıl kullanılması gerektiği
üzerinde çalışır. Doğru, yanlış gibi değer yargıları burada devreye girer. Fıkıh ile ortak alanları buradaki değer-
lendirmelerde ortaya çıkar.
10

