Page 11 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 11
tarih çevresi
Riba nedir, ne değildir, yasaklama gerekçeleri nelerdir hususlarında ulema çoğunluğunun paralelinde
görüş belirten Elmalılı Hamdi Yazır’ın açıklamalarına ilişkin genel değerlendirmelerimizi aşağıdaki gibi özet-
leyebiliriz:
(1) Tefsirde riba (faiz) işleminin kapsamı en geniş biçimde ele alınmış bulunmaktadır. Yani ribanın “bor-
cun ertelenmesi sırasındaki fazlalık oluşu” yönündeki görüş hiç dikkate alınmamıştır.
(2) Riba ayetlerinin indiği dönemde riba, iki kişi arasındaki borç verip alma ilişkisi olarak cereyan edi-
yordu. Ayrıca esas itibariyle borç veren zengin, borç alan fakirdi. Üstelik vade uzatmada istenen fazlalık fahiş
tutarda, başka bir ifadeyle borçlunun ödeme gücünü aşan ölçüde yüksek tutuluyordu. İşin sonu borçlunun kö-
leleştirilmesine kadar gidiyordu. Halbuki devlet düzenlemesi ve denetimi çerçevesinde faaliyette bulunan ban-
kacılıkta bu hususlardaki durum tamamıyla farklıdır. Tefsirde riba konusuna bu farklılıklar hiç yokmuş gibi
yaklaşılmış bulunmaktadır. Böyle olunca da banka faizinin yasaklanışına ilişkin olarak da biraz önce özetledi-
ğimiz, uygulama ile pek uyuşmayan, oldukça mübalağalı değerlendirmeler içeren gerekçeler ileri sürülmektedir.
“Bankacılık faizinin, insanları çalışıp üreterek kazanmaktan alıkoyduğu”, “zenginlere fakirlerden mal aktarmak
imkanını bağışlamak sonucunu doğurduğu” gibi iddiaların, devlet düzenleme ve denetimi çerçevesinde çalışan
banka uygulamalarının sonucu olarak ifade edilmesi tarihi tecrübenin ışığında doğru değerlendirmeler olmaktan
uzaktır. Mesela 19. yy. başlarında Osmanlı liman kentlerinde tüccarın, toptancı ve perakendeci esnafın ödediği
faiz, Fransa ve İngiltere’de aynı kurum ve kişilere uygulanan faizin neredeyse 3 katıydı. Fransız köylüsü köyüne
kadar gelen banka görevlilerinden aldıkları krediye %4 faiz öderken Osmanlı’da tanzimattan bir hayli sonra
bile %20’nin altına düşmemişti (Kazgan, 1997: 25). Bunlar gibi birçok örnek ne yazık ki ulemamız tarafından
ya bilinmiyor ya da üzerinde akıl yürütmek gerekli görülmüyordu. Üstelik Elmalılı Hoca’nın yaşadığı dönemde
de ülkemizde banka uygulamasının epeyce yıllık bir geçmişi olduğunu belirtmemiz, meseleye olguların ışığında
değil, fıkhın pek tartışılmayan, o dönemdeki dogmaları ışığında bakıldığını göstermektedir. Nitekim gerekçelere
ilişkin özetlemedeki son maddenin “ribanın haramlığının asıl sebebi, nass ile sabit olmasıdır” biçiminde olması
değerlendirmemizi doğrulamaktadır. Birçok alimin yaptığı gibi, hocamız da uzun tarihi tecrübenin değerlendi-
rilmesi ışığında nass’ın yorumunun doğru olup olmadığını gözden gerçirmek yerine, o yorumu doğru kabul
edip, haklı çıkarmaya dönük gerekçeler sıralamak yolunu seçmiş bulunmaktadır. Örneğin, o zaman için para
vakıfları tecrübesi değerlendirilip bu uygulamanın hem fon kullananlar, hem ülke ekonomisi açıısndan eksik-
likleri dikkate alınarak dogma haline gelmiş yaklaşım tartışılabilirdi. Günümüz için ise faizsiz bankacılıkta
(Türkiye’de Katılım Bankacılığı) kullanılan araç ve yöntemlerin etkileri ışığında söz konusu dogmanın daha
gerçekçi biçimde değerlendirilmesi mümkündür. Biz de bu çalışmamızda böyle bir çaba göstermiş oluyoruz.
O gerekçelerin çoğunun gerçeklerle uyuşmayan mübalağalı iddialar olmasını anlamak, konuya bilim adamı
mantığıyla bakanlar için hakikaten zor olmaktadır.
(3) “Riba insanları çalışmak ve üretmekten uzak tutar.” mealindeki iddia, bankacılıktaki faizle ilgili değil;
ancak tefeci faiziyle ilgili olabilir. Uygulama objektif biçimde değerlendirildiğinde, bu iddianın tam tersini
söylemek daha doğru görünmektedir.
Devlet düzenlemesi ve denetlemesi çerçevesinde çalışan bankaların küçük tasarruf sahiplerine verdiği
faizin (normal ekonomik koşullarda) onların çalışmadan geçinmelerini sağlayacak düzeyde olduğunu söylemek
doğru olmaz. Küçük tasarrufçu genellikle aylık gelirinin küçük bir kısmını ayırmakta, bu tasarrufunu kendinden
daha iyi değerlendireceğini umduğu uzman bir kuruma (banka) emanet etmektedir. Bankanın mevduata uygu-
ladığı faiz, tasarrufun değerini korumanın ötesinde, genellikle ciddi bir reel getiri sağlayacak düzeyde değildir.
Sonuç olarak küçük tasarrufçunun işini bırakıp geçinmesini sağlayacak bir getiriden bahsetmemiz gerçekçi bir
değerlendirme olmayacaktır.
Öte yandan bu küçük tasarrufların (faiz haramdır) denilerek bankaya yatırılmamasının genellikle altın
ve dövizi yatırım aracı haline getirdiğini de dikkate almamız gerekir. Bunların ülke ekonomisi açısından ne
gibi olumsuz sonuçlar doğurduğunu uzun uzadıya açıklamaya gerek olmadığı kanısındayız.
9

