Page 40 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 40

tarih çevresi

         Yukarıda aktarılanlardan anlaşılacağı üzere; günümüzde olduğu gibi, Osmanlı döneminde de karz-ı
hasen (güzel-faizsiz borç) biçiminde veya mudarebe (emek-sermaye ortaklığı) yoluyla kullandırılabilecek fon-
lar; işyerlerinin özellikle planlama ile öngörülmeyen kısa vadeli, ani ortaya çıkan fon ihtiyaçlarını (çalışma ser-
mayesi) karşılamak açısından çok yetersiz kalmaktadır. Bu ihtiyacı karşılamak bakımından en uygulanabilir
yöntemin muamele-i şer’iyye oluşu, söz konusu yöntemin çok yaygın bir biçimde kullanılmasının temel ge-
rekçesi olmuştur.

         6.2. Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası (DESİYAB)

         Bu bankanın ülkemizde faizsiz kredi uygulamasını başlatmak ve geliştirmek amacı yönünde hiçbir şey
yapamadığını belirtebiliriz. Bununla birlikte bazı gerekçeleri görme imkanı sağladığını da ifade edebiliriz.

         Öncelikle ‘faiz haramdır’, ‘borç verilen fonların bir fazlalıkla alınması faizdir’ gibi ifadeleri çoğu din-
darın slogan halinde ifade etmesinin o tarihte reel bir karşılığının olmadığı görülmüş oldu. Bu gerçekten hare-
ketle:

         Yukarıdaki ifadeleri içselleştirmiş, iktisat ve finans alanlarında uzmanlaşmış yeterli sayıda yetişmiş
         elemana sahip olunması,
         Bu konuda islam aleminde ve hatta kapitalist dünyada geliştirilen birikime de başvurulması,
         Ülkenin ekonomik atmosferinin de ideolojik bağnazlıkların etkisinden kurtarılmasının gerektiği, daha
         iyi anlaşılmış oldu.
         Bundan sonra inceleyeceğimiz Özel Finans Kurumları (Katılım Bankaları) tecrübesinin, bu başarısız
         uygulamadan dersler çıkararak hayata geçirildiğini söyleyebiliriz.

         6.3. Çok Ortaklı Şirketler

         Bu tür şirketlerin ortaya çıkıp gelişmesinde, dini faktörün, başka bir ifadeyle islam dinindeki riba (faiz)
yasağının ciddi bir etkisi olduğu, genel kabul gören bir değerlendirmedir. Dindar insanlar, faizin dinen yasak
olduğu kabulüyle tasarruflarını faizle çalışan finans kurumlarında değerlendirmekten kaçınmışlar, o tarihlerde
alternatif bir finans kurumunun bulunmaması dolayısıyla da bu şirketlerde ortak olmaya yönelmişlerdir.

         Avrupa’da bulunan vatandaşlarımız ve bu şirketlerde ortak olanlara yönelik çalışmalarda dindarlığın
bu yönelişteki etkisi açık biçimde görülmektedir. Bu yöndeki bir araştırmada, araştırmaya katılanların %95’inin
kendini inançlı olarak tanımladığı görülmektedir (Küçükşen, 2012: 169).

         Çoğu Avrupa’da işçi olan bu tasarrufçuların bu şirketlere yönelmesinde ikinci bir etkenin de vaad edilen
kar oranları olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Şirketlere yeni ortaklar bulmak amacıyla Avrupalı işçilerimize
ve yerli tasarruf sahiplerine yönelen temsilciler, adeta kar oranı vaadinde birbiriyle yarışıyorlardı. 1990’lı yıl-
larda yıl sonunda mark üzerinden %25, %30 oranında kar dağıtılacağı vaadiyle bavullarla para toplandı. Böylece
bu şirketlere para yatıranlar, hem yüksek enflasyona karşı tasarruflarının değerini korumuş olacaklar hem de
bankaların ödediği reel faizden daha yüksek getiri elde edeceklerdi. Yani hem haram olan faize bulaşmamış
hem de garantili yüksek getiri elde etmiş olacaklardı.

         Dağıtılacak kar oranının fonların işletmeye verilişi sırasında belirtilmesi ve neredeyse bu karın dağıtı-
mının garanti gibi sunulması, banka mevduatlarına başlangıçta öngörülen faizden pek de farklılık arz etmiyordu.
Bu nedenle çok ortaklı şirketlerin bu uygulaması belirli bir ölçüde tartışıldı.

         Bu deneyimden çıkarabileceğimiz başlıca sonuçları şöyle belirtebiliriz:

         - Tasarrufçuların tasarruflarını karz-ı hasen (karşılıksız güzel borç) biçiminde işletmelere vermesini

                                                               38
   35   36   37   38   39   40   41   42   43   44   45