Page 90 - Layout 1
P. 90
tarih çevresi
Hekimbaşılık döneminde sağlık hizmetleri ücret karşılığı hasta bakan hekimler ve cerrahlar ile Darrüşşifa
adı verilen Vakıf Hastaneleri tarafından yürütülmekte idi. Osmanlılar, Selçuklulardan devraldıkları Darüşşifaları,
Vakfiyeler ile birlikte kabul ederek işletmişler, taht şehirleri sayılan Edirne, Bursa ve İstanbul dışında pek az
hastane kurmuşlardır. Tanzimattan sonra kurulan ilk hastane, 1843’te yeniden açılan Bezm-i Alem Gureba-i
Müslimin kadın hastanesidir. İlk açılan hastanelere Gureba adı verilmiş, II. Abdülhamit zamanında açılanlara
Hamidiye Hastanesi denilmiştir. Azınlıkların açtığı hastaneler ise daha eski tarihlere dayanmaktadır. İzmir’de
1775’te açılan Fransız Hastanesi, 1748’de açılan Rum Cemaatı Hastanesi ve 1843’te açılan Yahudi Hastanesi bu
hastanelere örnek olarak verilebilir.
Sonuç olarak, Osmanlı döneminde hastanelerin açılması, tıp eğitimi, merkezden taşraya sağlık hizmetlerinin
yaygınlaştırılması çabaları ile bir takım ilerlemeler kaydedilmiş olsa da teşkilat ve sunulan hizmetler açısından
sağlık hizmetleri, Cumhuriyet Dönemine kadar istenildiği ölçüde geliştirilememiştir.
CUMHURİYET DÖNEMİ
Modern Türk sağlık sisteminin ve politikalarının kökenleri Tanzimat Dönemi reformlarına kadar
uzanmaktadır. Fakat günümüzdeki yasal, fiziksel ve insan gücü bağlamındaki kurumsallaşma ve
örgütlenme anlayışının somut kökenleri, 3 Mayıs 1920’de Sağlık Bakanlığı’nın (Sıhhat ve İçtimai Muavenet
Vekâleti) sınırlı kaynaklarla kurulması ile atılmıştır (Yıldırım ve Yıldırım, 2010; 2013). Sağlık Bakanlığı
başlangıçta, savaş sonrası yeniden yapılanmasına ve ülke sağlık sisteminin kurulması için ana mevzuatın
oluşturulmasına odaklanmıştır. Türkiye’de mevcut halk sağlığı sisteminin temelleri, 1923-1946 yılları arasında
atılmıştır. Bu dönemde, sağlık programlarının planlanması, düzenlenmesi ve uygulanmasından sorumlu olan
Sağlık Bakanlığı’nın görev ve işlevlerini açık ve kesin bir şekilde ortaya koyan birçok kanun çıkarılmıştır.
Koruyucu halk sağlığı programları ile tüberküloz, sıtma ve cüzzam gibi bulaşıcı hastalıkların kontrolüne yönelik
programlara önem verilmiştir. Bu dönemde, teşkilat yapısı “dikey” örgütlenmiştir. İlçe düzeyinde tanı ve tedavi
merkezleri kurulmuş; Ankara, Diyarbakır, Erzurum ve Sivas gibi illerde tam teşekküllü hastaneler kurulmuştur
(OECD, 2008).
Kurtuluş Savaşı yıllarında TBMM’nin kurulmasından sonra, ülkedeki sağlık hizmetlerinin
organizasyonu ve yürütülmesi görevi Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletine verilmiştir. Cumhuriyet ilan
edildiğinde ülkede 86 hastane faaliyette bulunmaktadır. Bunlardan üçü Bakanlığa, altısı belediyelere, 45’i il özel
idarelerine, 32’si yabancı azınlıklara aittir. Cumhuriyetin ilk 15 yılında üretilen hizmetlerin en önemlileri
arasında: ihtiyaç duyulan kanun ve nizamnamelerin çıkarılması; Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi’nin kurulması;
Tıbbi İçtimai Yardım İşleri’nin organizasyonu; Ankara, Erzurum, Diyarbakır, Sivas ve İstanbul’da beş adet
Numune Hastanesi’nin açılması; İstanbul, Manisa ve Elazığ’da üç adet Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi
açılması; İstanbul ve İzmir’de iki adet Bulaşıcı ve Salgın Hastalıklar Hastanesi’nin açılması; toplam dokuz adet
Doğum ve Çocuk Bakımevi açılması; toplam 170 adet muayenehane ve beş yataklı tedavi evi açılması ve 1937
yılı itibariyle toplam 2566 yatak kapasitesi olan 54 adet hususi hastanelerin hizmete girmesi sayılabilecektir.
1921’de Bakanlığa atanan Dr. Refik Saydam, kısa süreli aralıklar dışında 1937 yılına kadar bu görevi
sürdürmüştür. Dr. Saydam, Türkiye’de sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi ve yurda yayılmasında büyük bir
başarı göstermiş ve hizmetlerin yapılanmasına damgasını vurarak, sağlık hizmetleri tarihimizde önemli bir yer
edinmiştir. Bu nedenle, Refik Saydam Dönemi diyebileceğimiz bu dönem, bugünkü anlamda sağlık hizmet ve
örgütünün kurulduğu ve halen etkisini sürdürdüğü dönem olmuştur(Akdur, 2003: 25).
88

