Page 87 - Layout 1
P. 87
tarih çevresi
oluşturulmuştur. Anadolu Selçuklu döneminde gerçekleşen bu gelişmeler Osmanlı Devleti tarafından
19. yüzyıl ortalarına kadar önemli bir değişikliğe uğramaksızın devam etmiştir (Seçim, 1985:140-
145).
Osmanlıların sağlık sistemine bakıldığı zaman genel olarak Osmanlı tıbbının Tanzimat’tan önce doğulu,
İslamî ve klasik bir karakter taşıdığı görülmektedir (Tok, 2008: 790). Kuruluşundan Tanzimat Dönemi’ne kadar
geçen süreçte Anadolu Selçuklulardan önemli derecede etkilendiği ve uzun bir süre sağlık sisteminde önemli
bir değişiklik yapılmadığı görülmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu 13. yüzyılın sonlarında, Anadolu
topraklarında, o dönem için bir hayli zengin ve dikkat çekici nitelikte bir sağlık hizmeti yapılanması vardır.
Anadolu’nun birçok büyük şehrinde hastaneler (Darüşşifa, Darüssıhha, Bimaristan, Maristan) mevcuttur ki bunlar
vakıf hastaneleridir, bu yerlerde sağlık hizmeti verilmektedir. Selçuklu zamanından kalan bu hastaneler varlıklarını
sürdürürlerken Osmanlı başkent ve payitaht şehirlerinde bunlara yenileri eklenmiştir. Söz konusu hastane
hizmetleri vakıflar aracılığıyla sunulmaktadır. Vakıfların hastane kurarak yerine getirdiği sağlık hizmeti ile bu
hizmetin amaç, işlev ve yönteminin devletin ne ölçüde doğrudan ya da dolaylı etkisi altında olduğunu; daha
doğrusu bu hizmetin Osmanlı yönetiminin ne kadar bilinçli bir politik yaklaşımın sonucu olduğu
bilinmemektedir(Aydın, 2004: 187-188). İmparatorluk dönemine geçen Osmanlı’da, Fatih Sultan Mehmet
döneminde de “hekimbaşılık” sağlık sistemi içindeki en önemli kurumdur. Padişahın birinci hekimi, saray
hekimlerinin başı ve sarayın Birun erkânından olan hekimbaşı aynı zamanda ülkedeki sağlık sisteminin de
başındaki görevlidir. Hekimbaşılık Osmanlı’da 380 yıl boyunca sürmüş ve bu sistemde 46 hekimbaşı görev
yapmıştır (Aydın, 2004: 187-188).
Osmanlı, imparatorluk döneminde, monarşinin tüm özelliklerini sağlık politika ve uygulamalarına da
yansıtmıştır. İdari yapının saray merkezli ve askeri olmasına bağlı olarak devlet eliyle yürütülen sağlık hizmetleri
de daha çok saraya ve orduya yönelik olmuştur (Akdur, 2000: 10). Devletin sağlık işlerini düzenleyen tabip,
cerrah ve diğer sağlık personelinin görevlendirme yetkisini elinde bulunduran Reisul Etıbba (Hekim Başı)
kurumundan başka resmi bir örgüt bulunmamaktadır. Toplumun çoğu, genellikle serbest çalışan, tabip ve
cerrahlardan ücret karşılığında hizmet almaktadır (Akyay, 1982). Bunun yanında, padişah ve yakınlarının hayra
yönelik olarak kurduğu hastane ve şifa evleri ile askeri tabipler ve özel nitelikli vakıflarca da kimsesiz ve
yoksullar için bir kısım sağlık hizmetleri verilmiş ise de, bu kesim için yerleşik olan hizmet biçimi özel hizmetlerdir.
Gerek devlet ve hayır kurumlarınca ve gerekse özel kişilerce sunulan bu hizmetler;İstanbul, Bursa, Edirne, Kayseri
ve Selanik gibi büyük şehirlerle sınırlı kalmıştır. Devlet, doğrudan tıbbi bakım hizmetleri yanında, içme suları ve
besin kontrolü, kanalizasyon ve ölü defni, çeşitli sosyal yardım hizmetleri gibi toplum sağlığını ilgilendiren
diğer bazı konular ile de ilgilenmiştir. Bu alanlarda temel bazı hizmetler üretilmiş olsa da, hizmetler birkaç
büyük şehir ile sınırlı kalmıştır. Özet bir anlatımla; topluma sunulacak sağlık hizmetleri ve sosyal hizmetler 19.
yüzyılın sonlarına kadar devletin asli görevleri arasında sayılmamıştır. Bunun bir sonucu olarak, gerek sağlık
hizmetleri düzeyi ve gerekse toplumun sağlık düzeyi, o zamanın gelişmiş toplumlarının oldukça gerisinde
kalmıştır.
Sonuç olarak sağlık kurum ve kuruluşları Osmanlı İmparatorluğu’nda köklü ıslahat girişimlerinin başladığı
III. Selim dönemine kadar hem uygulama hem de görünüm açısından Selçuklu döneminin bir tekrarı
özelliği taşımaktadır. Dârüşşifâ, Bimarhâne veya Timarhâne gibi çeşitli isimlere sahip olan bu sağlık kurumları,
85

