Page 89 - Layout 1
P. 89
tarih çevresi
Yaklaşık 40 yıl sonra, Devlet sağlık teşkilatlanması için Vilayeti İdare-i Sıhhiye Nizamnamesi ismini
taşıyan yeni bir nizamname daha yürürlüğe girmiştir. 1913’deki bu nizamname ile memleket tabipliğinin ya da
genel ifade ile sağlık teşkilatlanmasının daha iyi organize edilmesi hedeflenmektedir. İlgili yeni nizamnamede,
hizmet anlayışı yönünden çok fazla değişiklik yoktur. Nizamnamede dikkati ilk çeken husus “Memleket
Tabipliği” unvanından vazgeçilip yerine “Hükümet Tabipliği” adının kullanılmasıdır. İkinci husus ise il
merkezinde “Sağlık Müdürlüğü”nün kurulmasıdır. Son olarak, ilçe kasabalardaki sağlık sorunlarının görüşülüp
gerekli girişimlerin yapılmasını ve bir tür toplum katılımını sağlayan “Sıhhiye Meclisleri”nin kurulması ise bir
diğer önemli konu olarak karşımıza çıkmaktadır (Aydın, 2004: 200-202).
Tıp Eğitimi ve Hekimlik
İlgili dönemde kamudaki en büyük hekim grubu ordu mensubu hekimlerdir. Bunun dışında az sayıda
serbest ve diğer kamu hekimleri aracılığıyla taşraya sağlık hizmeti götürmek neredeyse olanaksızdır. Serbest
çalışan hekimlerin çoğu da yabancı uyrukludur. Bunun için, Osmanlı’nın öncelikle hekim ihtiyacını
karşılayacak kadar hekim yetiştirmesi gerekmektedir. Bundan dolayı askeri tıp okulu dışında hekimlerin
yetişeceği , sivil nitelikte yeni bir tıp okulunu açmak gerekliliği doğmuştur. Osmanlı’da Batılı anlamdaki ilk
modern tıp okulu, II. Mahmut Döneminde, 1827 yılında Tıphane-i Amire adıyla açılmıştır. Hemen ardından
Cerrahhane kurulmuş, 1831 yılında bu iki okul yeniden düzenlenmiştir. Daha sonra tıp ve cerrah okulları,
Avrupa’daki gelişmelere paralel olarak birleştirilmiştir. Fransızca olan bu okulların eğitim dilleri 1866 yılında
Osmanlıcaya dönüştürülmüştür.
Vilayetlerde diplomasız çalışan hekimlerin görevden alınması veya imtihana tabi tutulması, sağlık
teşkilatının denetlenmesi yolunda atılan önemli bir adım olmuştur. Tanzimat döneminde İzmir Vilayetinde
çalışan doktorların diplomalarını incelemek için bir komisyon oluşturulmuş, ayrıca Urfa’da yapılan bir
inceleme neticesinde görevli on doktordan sadece birisinin çalışabilecek durumda olduğu belirlenmiştir.
Sahte hekimlerin tespit edilmesi için yapılan bu çalışmaların diplomasız ve cahil hekimlerin faaliyetlerinin
önlenmesine ne kadar katkı sağladığı tam olarak bilinmemektedir. Çünkü devletin o dönemde sağlıkla ilgili en
önemli sorunlarından biri hekim sorunu idi (Ortaylı, 2000: 215).
Yine II. Mahmut Dönemi’nde sağlık teşkilatı askerî ve sivil yapılar olarak ayrılmış ve sivil teşkilatın
başına “Sıhhiye Nazırı” getirilmiştir. 1866’da, şehir ve kasabalarda görev yapmak üzere hekim yetiştirecek, sivil
nitelikteki ilk tıp okulunun açılması devletin üstlendiği yeni politik misyonun göstergesi olması açısından oldukça
önemli tarihsel bir gelişimdir (Aydın, 2004: 193). 1866’da açılıp, 1867’de Türkçe olarak eğitime başlanmasının
ardından, Mektebi Tıbbiye-i Mülkiye ilk mezunlarını 1874’de verir. Okuldan ilk olarak 25 hekim mezun olur.
1909’a kadar bu okuldan toplam 725 hekim mezun olmuştur. Bu sayı bile dönemin ihtiyaçlarını karşılamak
açısından oldukça yetersizdir (Ek, 1990: 45).
Bu gelişmelerin ardından hekimlik uygulamaları nizamnamesinin çıkarıldığı, 1871 yılında ise taşraya
ve kırsal kesime devlet tarafından ilk hekimlerin gönderildiği ve Memleket Tabiplikleri’nin kurulduğu
görülmektedir. Bu gelişmeler, sağlık hizmetlerinin devlet eliyle ülke geneline yayılmasının da başlangıcıdır. Devlet,
memleket tabiplerini görevlendirirken, hekimlerden yalnızca tedavi edici hizmet beklememektedir.
Hekimlerden beklenen, o dönem koşullarında aynı zamanda halk sağlığı ya da koruyucu sağlık hizmet
anlayışıdır. Hatta neredeyse hekim tayininde asıl amaç budur ve tedavi edici hekimlik hizmeti devlet için birincil
hizmet değildir (Aydın, 2004: 195).
Hastaneleşme Alanında Belirgin Gelişmeler
87

