Page 41 - Layout 1
P. 41
tarih çevresi
gelişti. Ancak sonraki dönemlerde bu birliğin bozulmasıyla düşünsel etkinlikler yavaşladı.
İslâm Uygarlığının ulaştığı maddî ve manevî olanaklar Hıristiyan toplulukların dikkatini ve isteğini
çekmiştir. Bu nedenle de Müslümanlar bu birikimlerini korumak istemişler ve dışarıdan gelen tehlikeler
nedeniyle de istikrar kaybolmuştur. Doğal olarak böyle bir dönemde bilimsel etkinlikten çok askeri beceriler
önem taşımaya başlamıştır.
Müslümanlar Yunanlıların bilim anlayışının etkisi altındaydılar. Örneğin Aristoteles’in düşünceleri
oldukça önemliydi. Ancak Aristoteles’in ontolojik yargılarıyla biyolojik yargıları aynı bakış açısıyla
değerlendirilmiş ve bunun bir sonucu olarak bilime de felsefe gibi kuşkuyla bakar hale gelmişlerdir.
Bir başka önemli nokta akıl ve inanç arasındaki çizgidir. Aklî ilimler İslâm Uygarlığında yüksek düzeye
ulaşınca naklî ilim taraftarlarının tepkileri arttı ve bir akıl-inanç tartışması yaşandı. Anlamsız ve yararsız olan
böyle bir tartışma bilimsel gelişmelere engel oluşturdu.
Orta çağ İslam Dünyası’nda Bilimin Başlaması
Orta çağ Dönemi, Romalılar zamanında Hıristiyanlığın ortaya çıkışıyla başlar. Milattan önce 30 yılında
Romalılar Mısır’ı aldılar ve Roma Dönemi başladı. Ancak Roma Dönemi’nde Hıristiyanlık dini ortaya çıktı ve
bu din dördüncü yüzyılda Roma’nın resmi dini olarak kabul edildi. Bundan sonra da düşüncede dinileşme süreci
başladı ve Hıristiyanlık dininin etkisiyle Roma ve Roma’nın temelinde olan Antik Yunan bilim ve kültürü
reddedildi. Böylece Batı’da bilimsel etkinlik önemini yitirdi. Felsefe ve bilim, dinî otoritelere bağlı olarak
yürütülmeye çalışıldı. Hıristiyanlık düşüncesi kendi inançları uğruna Antik bilgi birikimini reddetti. Özellikle
Aristoteles ve Platon gibi güçlü düşünürlere, bu ilk dönemde karşı durdu. Ancak Aristoteles’in bilimsel öğretileri
karşısında bu tutumunu kısa sürede değiştiren Hıristiyanlar, bir süre sonra Aristoteles’i kendi düşünsel
merkezlerine oturttular ve böylece Aristoteles bir otorite haline geldi. Aristoteles’in düşüncesine karşı çıkmak
dinsizlik olarak algılandı. Bu da bilimsel çalışmaları baltaladı.
Artık Batı bu düşünce biçimi nedeniyle karanlık bir döneme girmişti. Aşağı yukarı dördüncü yüzyılda
başlayan ve onuncu yüzyıla kadar süren bu döneme bilim tarihçileri Karanlık Çağ adını verirler. Karanlık Çağ,
Batı’da bilime ve felsefeye katkı yapılmayan bir dönemi temsil eder. Öyle ki bu dönemde, hatta on dördüncü
yüzyıla kadar olan batı düşüncesi içerisinde, bilime katkı yapmış bir bilim adamının adını vermek neredeyse
imkânsızdır.
Antik Yunan’da Platon’un Atina’da kurmuş olduğu Akademi, o dönemde bilimin meşalesini taşıyan
yegâne okuldu. 529 yılında Hıristiyanlar tarafından bu okul da kapandı ve Batı düşüncesi tam bir karanlık
döneme girdi. Bilim adamları yakılıyor, kaçabilenler ise Doğu’ya yerleşiyorlardı. Akademi’den kaçan bilim
adamlarının büyük bir kısmı, Sasani İmparatoru I. Hüsrev’in koruması altına girdiler ve Doğu’da bilimin
canlanmasında önemli rol oynadılar.
40

