Page 99 - Layout 1
P. 99
tarih çevresi
Ayrıca Allah’ın yardımını istemek için Kur’an-ı Kerim okuyanlara tüm yatsı namazından sonra el-Ahkaf
suresini okumaları emredildi. Bu veba 1813’te sona erdi (Ataullah Efendi, s. 151-152).
1822’de Hindistan’dan kolera taşıyan birkaç ticaret gemisinin Irak’ın Basra7 şehrine gelmesi sonucunda
bu şehir, devleti sarsan yeni bir salgının kaynağı oldu. Virüsün Dicle ve Fırat ırmaklarının sularına bulaşması
nedeniyle Halep ve Diyarbakır’a kadar uzanan bölgeler enfekte oldu ve İstanbul başta olmak üzere birçok yere
ulaştı. Haziran 1831’de ilk kolera belirtisi İstanbul’da görüldü ve günlük ölüm sayısı 200’e çıktı. Bu vebadan
dolayı toplam 6.000 kişi hayatını kaybetti (Ayar, s. 22-23). Aynı yıl, hac kervanları sebebiyle kolera hastalığı
Hicaz’a da sirayet etti ve Hicaz’da ölü sayısı yıl sonunda 20.000’e ulaştı. Bunun üzerine Osmanlı tarihinde ilk
olarak, karantina sistemi, II. Mahmud tarafından uygulandı ve koleraya yakalananlar Kız Kulesi’nde8 halktan
ayrı tutuldu. Salgın, Çanakkale ve çevresine varınca durumun tehlikeli olduğunu hisseden II. Mahmud, salgınları
önlemek için 1838’de Meclis-i Muhafızhâne’yi kurdu (Aras, 2020, s. 30).
Sultan II. Mahmud Döneminde Sağlık Sistemi ve Yapılan Çalışmalar:
Osmanlı Devleti kurulduğu günden beri Bimarhane, Darü’t-tıb ve Darü’ş-şifa adlarında hastaneler kurup
sağlık bakımına çok önem vermiştir. Tüm hastaneler özel vakıflar tarafından desteklenmiştir. Genelde tecrübeli
hekimler gözetiminde ücretsiz olarak hizmet veren bu hastaneler bünyesinde hamam, cami ve han bulunurdu.
Bunların yanı sıra büyük şehirlerin hastanelerinde tıp eğitimi malzemeleri, hekimler ve öğrencileri barındıran
yurtlar bulunurdu. Hastanelere, hava durumunu ölçen su kuyusu ile havuz, avlu ve süslü bahçeler eklenmişti
(Bozkurt, 2020, 1: s. 33; Cantay, 2014, 4: s. 9).
XVII. yüzyılın sonundan XIX. yüzyıla kadar sağlık sistemine daha fazla önem verildi ve yurtdışına
gönderilen tıp öğrencilerinin farklı deneyimler kazanması neticesinde Osmanlı hekimleri Avrupalı hekimlerden
daha üstün hale geldi. Özellikle
Yeniçeri Ocağı 1826’da ortadan kaldırılınca devletin önemli mevkilerinde ıslahat yapıldı, bu ıslahatlar
çerçevesinde sağlık alanı da önemli bir yer tuttu (Yıldırım, s. 53-54).
Genellikle Hindistan ve Afganistan taraflarından gelen kervanlar yoluyla Osmanlı bölgelerine ulaşan
taun ve kolera hastalıkları, Osmanlı tebaasını oldukça rahatsız etmişti. Az sayıda doktor bulunması ve modern
bir üniversitenin eksikliği, II. Mahmud’u çağdaş bir tıp okulunu açmaya teşvik etti. Bunun için Hekimbaşı
Behçet Mustafa gözetiminde 14 Mart 1827’de Tıphane-i Âmire veya Cerrahhane-i Mamure ve Darü’t-tıbb-ı
Âmire adlı okulunu, Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı’nda (İstanbul’da) açtı (Yıldırım, s. 61). Sultan, açılış
törenine bizzat katıldı ve yaptığı konuşmada bu cümleleri ifade etti: “Biz ise gerek asakir-i şahane ve gerek
memalik-i mahrusamız için hazik tabipler yetiştirüp hidemat-ı lazimede istihdam ve diğer taraftan dahi fenn-i
tıbbı kâmilen lisanımıza alıp kütüb-ü lazimesini Türkçe tedvine say ve ikdam etmeliyiz” (Karal, 1947, 5: s.164-
165).
7 Basra: Hz. Ömer bin Hattab (H.13-23 / M.634-644) döneminde Irak’ın güneyinde inşa edildi. Adı sert
toprak anlamına gelen Basra, Irak’ın denize tek çıkış yoludur. (Hamevî, 1: s. 430).
8 Kız Kulesi: Marmara Denizi boğazında ve küçük bir adada bulunan küçük bir kuledir, M.Ö. 24 yılında
Rumlar tarafından yaptırılmış ve hakkında birkaç farklı efsane yazılmıştır. Avrupalılar ona Lendera Kolesy
diyor. (Akkaya 2017, 3: s. 321-338).
97

