Page 100 - Layout 1
P. 100

tarih çevresi

       Tıphane-i Âmire’de temel olarak ilaçların adları, bitkisel ilaçlar, Arapça ve Türkçe hastalık adları, vücut
anatomisi ve cerrahî bilimler okutulurdu. Bunlarla beraber Fransızca, Arapça ve Türkçe dili, nahiv ve sarf ve
dinî ilimler de okutulurdu. Bu dört aşamalı okulda, şimdiki okulların tam tersine, geri sayım sistemine göre,
dördüncü sınıf ilk sınıftan ve birinci sınıf son sınıftan ibaret idi. Askerî alanın çok tecrübeli doktorlara ihtiyacı
olduğu itibariyle, birinci mevki ile okulu bitirenler, Asakir-i Mansure’de hizmet etmeye çağırılırlardı (Ergin,
1977, 2: s. 346). Okuldaki eğitim süresi altı yıldı. Zamanla Fransızca, tıp eğitiminin dili oldu ve dinî ilimler,
nahiv ve sarf dersleri öğretim programından kaldırıldı (Ergin, 2: s. 345-346). Bunlar yerine eczacılığa ve
cerrahiye çok önem verildi ve operatör doktorların eğitimi için ayrı bir bölüm açıldı. Mezun olduktan sonra en
yetenekli

       20 cerrah, Asakir-i Mansure’de hizmet etmeye başlamıştı. Bu cerrahlar, silahla yaralanmış olan askerleri
ameliyat etmekle görevliydi (Yıldırım, s. 62; Ergin, 2: s. 345-346).

       İlk başta bu okulda sadece Müslüman öğrenciler okuyabiliyordu, daha sonra eşit vatandaşlık ilkesi
doğrultusunda Hıristiyan öğrenciler de okula kabul edilmişti. Bazen yabancı uyruklular yetenekli olmaları
şartıyla bu okula girebiliyorlardı ve öğrenci alımı süreci uzman bir komisyon tarafından uygulanıyordu.
1839’dan sonra Tıphane-i Âmire’ye, Cerrahhane-i Âmire ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane adı verildi. Bu okul,
cerrah, tabip ve eczacı olarak üç farklı bölüme ayrıldı (Yıldırım, s. 60).

       İstanbul’da 1831’deki kolera yayılınca Osmanlı tarihinde ilk kez karantina sistemi uygulandı. Aynı yıl
koleranın Rusya’ya ulaşması nedeniyle II. Mahmud’un emriyle usûl-ı tehaffuz veya tehaffuzhâne konuldu. Bu
kapsamda Rusya’dan gelen her gemi, Mustafa Nazif Efendi liderliğindeki bir komisyon tarafından Karadeniz
ağzında beş gün boyunca durduruldu. Maltepe Hastanesi ve modern bir hastaneyi kapsayan Kızkulesi, bulaşıcı
hastalıkları tedavi etmek ve hastalığı taşıyanları karantinaya almak için tahsis edildi (Yıldırım, s.54).

       Aynı şekilde 1835 yılında kolera hastalığının yayılması sebebiyle Çanakkale bölgesi karantinaya alındı.
Gemilerin mürettebatını karantina altına almak ve hastalıktan korumak için İstanbul ve Marmara limanları ile
Çanakkale şehri çevresinde tıbbî malzemelerle donatılmış çadırlar kuruldu (Yıldırım, s.54). Bulaşıcı hastalıklara
karşı alınan tedbirler, sadece başkent ve yakın yerleri kapsamıyor, imparatorluğun en uzak bölgelerinden olan
Hicaz ve Yemen’de bile gerektiğinde karantina sistemi uygulanıyordu. Karantinanın tüm masrafları harç-ı
tezkîre adı altında devletçe karşılanıyordu. Karantinaya alınan hastalar belirlenen süreyi bitirince, Sıhhiye
Tezkiresi tarafından ödenmiş paraları harcama makbuzlarına göre iade ediliyordu. (Aras, s. 52).

       Karantinanın açık biçimde uygulanması, din âlimlerinin katılımıyla, Sultan II. Mahmud’un Meclis- i
Meşveret’le toplanmasını gerektirdi. Toplantıya katılanlar karantina meselesini detaylı bir şekilde incelediler
ve tauna dair rivayet edilen: “Şayet bir yerde taun hastalığı ortaya çıktığını duyarsanız oraya girmeyiniz. Sizin
bulunduğunuz yerde taun hastalığı meydana gelirse oradan da çıkmayınız” Hadis-i Şerif’e dayanarak (el-Buhari,
1987, 7: s.168) karantinanın caiz olduğunu pekiştirdiler. Bunun üzerine Meclis-i Umur-ı Sıhhiye adında
komisyon oluşturuldu. Bu komisyonun üyeleri haftada birkaç kez toplantı yapmak, gemilerin mürettebatını
karantinaya almak veya karantina süresini uzatmak gibi yetkiye sahipti (Aras, s. 52). Devletin ticarî ilişkileri
genişledikçe karantina meselesi daha da zorlaştı, bundan dolayı adı geçen meclis, Meclis-i Tehaffuz-ı Ûlâ ve
Meclisi Tehaffuz-ı Sânî olarak ikiye ayrıldı (Yıldırım, s.55). Daha sonra karantina sistemi yaygınlaşarak
Çanakkale (1835) (Aras, s.30; Ayar, s.23), Sivas (1839) (BOA., C. SH., 2/88), Diyarbekir (1840) (BOA., C.
SH., 2/75), Beyrut ve Şam bölgelerinin bir kısmı (1842) (BOA., C. SH., 18/882), Bağdat (1847) (BOA.,
A. MKT. MVL., 9/8) ve Basra (1850) gibi Osmanlı vilayetlerinin diğer bölgelerinde de uygulanmaya başlandı
(BOA., C. SH., 15/739).

                                                               98
   95   96   97   98   99   100   101   102   103   104